"Bugün resim dersinde, sekiz yaşında bir çocuk, Charlie, bana 'Benim gördüğüm maviyle sizin gördüğünüzün aynı olduğunu nerden bilebilirim?' diye sordu."
"Ne dedin?"
"Gerçeği: Bilmiyorum."
(Mad Men'den)
9.11.09
24.10.09
"... Kitaptan uyarlama filmlerin izlenmesi sonrasında seyircide iki çeşit duygu oluşabilir. Birincisi filmden hoşnut olmak; ikincisi ise filmin orijinalini okuma isteği. Bu ikinci istek edebiyatın zaferi sayılabilir. Kamuoyu istatistikleri, ekrana aktarılan kitapların satışında çok belirgin bir artış olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak uyarlama girişimlerinin edebiyata veya genel olarak kültür birikimine hiçbir zararı olmadığını söylemek mümkündür."
André Bazin
André Bazin
21.8.09

- ...
-Yüzümden yana dönmüş bir ayna boşluk. Orda kendimi görüyorum da korkuyla, tiksintiyle doluyor içim.
- ...
- Benzerlerime, insanlara ilgisizliğim, onların eşliğinden ayırdı beni. Şimdi bir hayaletler dünyasında yaşıyorum. Düşlerim, kuruntularım içre kapatılmışım.
- Yine de ölmek istemiyorsunuz.
- Hayır, istiyorum.
- Ne bekliyorsunuz?
- Bilgi istiyorum.
- Güvence mi demek istiyorsun?
- Adına ne derseniz deyin. Tanrıyı duyularla kavramak, öyle amansızcasına anlaşılmaz bir şey mi? Ne diye yarım söz verişler ve görünmeyen mucizeler sisinde saklıyor kendini?
- ...
- Kendimize inancımız yokken, nasıl olur da bunlara inanabiliriz? İnanmak isteyip de inanamayanların başına neler gelecek? Peki, inanmaya gücü yetenler ama inanmayanlar ne olacak?
- ...
- Tanrıyı neden öldüremem içimde? Ona ilenirim, onu yüreğimden söküp fırlatmak isterim de, neden böyle ağrılar içinde, böyle aşağılanarak yaşar durur? Neden, her şeye karşın, söküp atamadığım şaşırtıcı bir gerçektir o? İşitiyor musunuz beni?
- Evet, işitiyorum.
- Bilgi istiyorum; inanç değil, varsayımlar değil, bilgi. Tanrı, elini bana doğru uzatsın, kendini açığa vurup benimle konuşsun istiyorum.
- Ama sessiz durur o.
- Karanlıkta ona doğru haykırıyorum, ama sanki hiç kimse yok orada.
- Hiç kimse yok belki de.
- Yaşamak iğrenç bir yılgı öyleyse. Kimse ölümün karşısında, her şeyin bir hiç olduğunu bile bile yaşayamaz.
- İnsanların çoğu ölüm, ya da yaşamanın boşluğu üzerine kafa yormaz ki.
- Ama bir gün yaşamanın o son anına varıp, karanlığa doğru bakmak zorunda kalacaklar.
- O gün geldiğinde...
- Korku içindeyken, bir görüntü yaratırız, sonra 'Tanrı' deriz o görüntüye."
9.8.09

Kural 2: O hıyarların yolunuza çıkmasına izin vermeyin. Size yardım edebilirler yahut etmeyebilirler, ama sizi durduramazlar. Filmleri finanse edenler, dağıtanlar, tanıtımını yapanlar ve gösterime sokanlar yönetmenler değildir. Yönetmenlerin onların işine burunlarını sokmasına izin vermezler, dolayısıyla siz de onların filmi nasıl çekeceğinize dair dayatmalarda bulunmasına izin vermeyin. Etrafta her zaman sırf zengin olmak, ünlü olmak ya da yatağa atacak birilerini bulmak için film işine girmek isteyenler vardır. Genellikle, George W. Bush'un göğüs göğüse muharebeden anladığı kadar sinemadan anlar bunlar.
Kural 3: Prodüksiyonun görevi filme hizmet etmektir. Filmin görevi prodüksiyona hizmet etmek değildir. Ne yazık ki sinema dünyasında durum neredeyse hep tersine işliyor. Film bütçeye, programa ya da işin içindekilerin CV'lerine güzellik olsun diye yapılmaz. Bunu anlamayan yönetmenler, ayak bileklerinden ağaca asılmalı, sonra da onlara dünyanın neden başaşağı göründüğü sorulmalıdır.
Kural 4: Film yapmak işbirliğine dayalı bir süreçtir. Sizinkinden daha güçlü bir zihni, daha iyi fikirleri olabilen insanlarla çalışma şansınız olacak. Onların başkalarının işine değil, kendi görevlerine odaklanmalarını sağlayın, yoksa işin içinden çıkamazsınız. Ama birlikte çalıştığınız herkese eşit ve saygılı davranın. Ekip çekimi yapabilsin diye trafiği durduran bir yapımcı asistanı sahnedeki oyunculardan, görüntü yönetmeninden, yapım tasarımcısından yahut yönetmenden daha az önemli değildir. Hiyerarşi, egoları şişenler yahut kontrolden çıkanlar içindir, bir de askeriyedekiler için. Birlikte çalışmayı seçtiğiniz insanlar, eğer seçimlerinizi doğru yaptıysanız, filmin kalitesini ve içeriğini, tek bir aklın kendi başına hayal edebileceğinden çok daha yüksek bir seviyeye çıkarabilirler. Eğer başkalarıyla çalışmak istemiyorsanız, gidin resim yapın, kitap yazın. (Yok eğer boktan bir diktatör olacağım diyorsanız, sanıyorum bugünlerde politikaya atılsanız yeter...)
Kural 5: Hiçbir şey orijinal değildir. İlham uyandıran ya da hayal gücünüzü kamçılayan her şeyden çalıp çırpın. Eski filmleri yiyip yutun, yeni filmleri, müziği, kitapları, resimleri, fotoğrafları, şiirleri, rüyaları, rastgele duyduğunuz konuşmaları, mimariyi, köprüleri, sokak levhalarını, ağaçları, bulutları, nehirleri, gölleri, ışığı ve gölgeleri yiyip yutun. Eğer bunu yaparsanız, çıkardığınız iş (ve yaptığınız hırsızlık) otantik olur. Otantiklik paha biçilmezdir, özgünlük diye bir şey ise yoktur. Hırsızlığınızı gizlemeye tenezzül etmeyin -hâtta canınız isterse herkesin gözüne sokun. Her halükârda, Jean-Luc Godard'ın ne dediğini hiçbir zaman unutmayın: 'Bir şeyi nereden aldığınız değil, onu nereye götürdüğünüz önemlidir.' "
3.7.09
16.6.09
12.6.09
''İlk gençlik yıllarımdaki temel duygu suçluluktu. Bu şekilde kendimi farklı hissediyordum ve bunu olumsuz bir şey olarak algılıyordum. Herkes haklı, ben haksızım gibi hissediyordum ve sosyalleşme problemlerim vardı. Başkalarını bir araya getiren dürtüler benim için fazla anlam taşımıyordu. Oraya ait hissetmiyordum. İlk gençliğim böyle bir yalnızlığın egemenliğinde geçti denilebilir. Böyle bir durumdaki insan kitaplarla ve filmlerle, bütün kaynaklarla daha yoğun bir ilişki kuruyor. Çünkü bir çare arıyor kendine. O zamanlar filmler ve kitaplar çok büyük etki yapardı üzerimde.
Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirince birden boşlukta hissettim kendimi. Amacımın netsizliği, ideallerimin net olmayışı rahatsız etti. Elektrik mühendisi olmak istemediğim duyg
usuna kapıldım. O zaman pasif şekilde beklemektense, hiç olmazsa batıyla karşılaşınca duygularım ne olacak diye anlamak için, sırf İngilizce bildiğim için Londra'ya gittim. Orada da kitap okuyor, filmlere gidiyordum ama henüz sinema yapmak gibi bir düşünce hiç yoktu. Otostopla Yunanistan'a oradan Hindistan ve Nepal'e gittim. Dağlarda yürüyor, insanlarla konuşuyordum. Kendime bir amaç arıyordum. Amaçsızlık ve kararsızlık insana en büyük acıları veren şey. Böyle bir zamanda, bir tapınağın üzerinde oturup düşünürken, birden askerlik yapmaya karar verdim. Nasılsa yapmak zorunda olduğum ve beni düşünmek, karar vermek eziyetinden kurtaracak bir şeydi. Askerlik bana gerçekten çok iyi geldi. Özgürlüğün aslında taşınması çok zor olduğun kabul etmek lazım. Bağımlılık, insanoğlunun derinden istediği bir şey. Özgürlük, 'keyfilik' anlamına geldiğinde acı verici ve aşılması kolay bir şey değil. Askerlik, Boğaziçi Üniversitesi'nin soyutlaştırıcı etkisiyle biraz kendimi yalıttığım Türk toplumuna sıcak bir sevgi oluşturdu içimde. Sinema yapmaya bu dönemde karar verdim.
Cesaret kazanmak için yeniden okumaya başladım. Tekrar İngiltere'ye gittim. O okullar çok pahalıydı, yine olmadı. Dönüşte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde okudum. Sonra anladım ki, bu gereksizlik düşünceleri yüzleşmem gereken zor bir gerçeği ertelemek için uydurduğum bahanelerdi. Yani ilk filmi çekmenin zorluğu."
Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirince birden boşlukta hissettim kendimi. Amacımın netsizliği, ideallerimin net olmayışı rahatsız etti. Elektrik mühendisi olmak istemediğim duyg

Cesaret kazanmak için yeniden okumaya başladım. Tekrar İngiltere'ye gittim. O okullar çok pahalıydı, yine olmadı. Dönüşte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde okudum. Sonra anladım ki, bu gereksizlik düşünceleri yüzleşmem gereken zor bir gerçeği ertelemek için uydurduğum bahanelerdi. Yani ilk filmi çekmenin zorluğu."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)