27.6.11

" '... Yazar olarak doğan adama acıyorum. Onun için takılıyorum bu herife o kadar, vazgeçirmeye uğraşıyorum, biliyorum çünkü başına gelecekleri. Gerçekten iyiyse biraz, ayvayı yedi. Bir ressam yılda yarım düzine resim çıkarabilir, öyle diyorlar. Ama bir yazarın bazen on yıl alıyor bir kitabı yazması, bir de iyiyse dediğin gibi, on yılı da yayınlayacak birini aramakla geçiyor, ondan sonra da kitabın tanınması için en az on beş yirmi yıl ister. Bütün bir yaşam neredeyse -tek kitap, dikkatinizi çekerim. Nasıl yaşayacak bu arada? Eh, çoğu zaman köpek gibi sürünüyor işte. Bir dilenci, kral gibi yaşıyor onun yanında. Kimse seçmezdi böyle bir mesleği, başına gelecekleri bilse. Bütünüyle sapıklık gibi geliyor bana bu iş. Apaçık söylüyorum, değmez. Hiçbir zaman böyle üretilsin diye doğmadı sanat. Bir lüks oldu artık sanat bugünlerde, önemli olan bu. Bir tek kitap okumadan ya da tek resme bakmadan da yaşayabilirim. Başka bir yığın işimiz var -resimlerle kitapları gereksinmiyoruz. Müziğe evet -her zaman isteyeceğiz müziği. İyi müzik değilmiş, önemi yok -müzik olsun yeter. Artık kimse iyi müzik yazmıyor ne de olsa... Bana kalırsa hızla batıyor dünya. Bu gidişe bakılırsa akıllı olması gerekmiyor insanın. Aslında, ne kadar az aklın varsa o kadar iyisin demektir. Şimdi artık öyle bir kurduk ki düzeni, adamın ayağına geliyor her şey tepsi içinde. Küçücük bir şeyi geçerli olabilecek kadar iyi yap yeter; bir sendikaya girersin, mümkün olduğunca az çalışırsın, yaşın gelince de emekliye ayırırlar maaşını bağlayıp. Estetik eğilimlerin varsa dayanamazsın bu budalaca düzeni yıllar boyu sürdürmeye, sanat huzursuz eder insanı, doyumsuzlaştırır. Böyle bir şeyin olmasına izin veremez sanayi düzenimiz -onun için, sanat yerine, yatıştırıcı, küçük şeyler sunarlar sana, insan olduğunu unutasın diye. Yakında hiç sanat diye bir şey kalmayacak bakın görürsünüz. Para yedirmeniz gerekecek bir müzeye ya da konsere gidebilmek için. Sonsuza kadar böyle gidecek demiyorum. Hayır, bir kalıbına uydursunlar hele her şeyi, her şey tıkır tıkır işlesin, kimse yakınıp bağırmasın, kimse huzursuz ya da doyumsuz olmasın, çökecek zaten o zaman her şey. Makina olmak için yaratılmadı insanlar. İşin tuhafı da, bütün bu ütopik hükümet sistemlerinin hepsi de insanı özgürleştirmekten söz eder -ama önce, sekiz gün kurulmadan işleyen saatler gibi çalıştırmaya uğraşırlar adamı. Köle olmasını isterler bireyden, insanlığın özgürlüğünü kurabilmek için. Saçmasapan şeyler bunlar. Şimdiki düzenin daha iyi olduğunu söylemiyorum. Aslında bundan daha kötüsünü düşünebilmek güç. Ama biliyorum, şimdi elimizde bulunan ufak tefek haklardan vazgeçerek düzeltilemez. Daha çok hak istediğimizi sanıyorum. Hey Tanrım, avukatlarla yargıçların neleri korumaya uğraştıklarını gördükçe kusmak geliyor içimden. İnsan ihtiyaçlarıyla hiçbir ilgisi yok yasanın: bir sürü parazitin döndürdüğü bir dolap. Eline bir yasa kitabı al da bak, bir bölüm oku yüksek sesle, neresi olursa. Deli saçması gibi geliyor adama, aklı başındaysa. Gerçekten delilik vallahi, biliyorum öyle! Ama hukuku sorgulamaya başlarsam başka şeyleri de sorgulamak zorunda kalırım. Aklımı oynatırım her şeyi açık seçik görmeye başlarsa. Yapamazsın bunu -ayak uydurmak istiyorsan yapamazsın. Gözü kapalı yürümek zorundasın, bir anlamı varmış gibi yapmak zorundasın, ne yaptığını biliyor sanmalı insanlar. Ama yok yaptığı şeyin ne olduğunu bilen! Sabahları kalkıp düşünmüyoruz yapacağımız şeyleri. Hayır beyim! Bir sis içinde uyanıp, karanlık tünellerde sürükleniyoruz akşamdan kalma. Oynuyoruz oyunu. Biliyoruz, boktan, pis bir oyun ama bir şey gelmiyor elimizden -başka çıkar yol yok. Belli bir düzende doğmuşuz, ona koşullanmışız: orasında burasında bir iki küçük gediği tıkayabilirsin, su alan bir kayığı onarır gibi, ama yeniden yapmak olmaz, vakit yok buna, limana varmak zorundasın, ya da öyle olduğunu sanırsın. Hiç varamayacağız elbet. Kayık batacak önce, inanın bana... Şimdi ben şu Henry'nin yerinde olsam, onun kadar inansam sanatçı olduğuma, sanıyor musunuz bunu dünyaya göstermek zahmetine katlanırdım? Yokum ben öyle şeyde! Tek satır yazmazdım oturup da; düşüncelerimi düşünür, düşlerimi düşlerdim, olur giderdi böylece. Beni geçindirebilecek bir işe girerdim, ne türlü iş olursa olsun, sonra "siktir ol" derdim dünyaya, "hiçbir şey yükleyemezsin bana! Sanatçı olduğumu göstereyim diye açlıktan gebertemezsin beni. Yok beyim! Ne biliyorsam biliyorum, kimse de başka türlü olduğunu söyleyemez bana." Usulcacık yaşar giderdim, mümkün olduğunca az şey yapıp, mümkün olduğunca tadını çıkarmaya bakarak. Olgun, dolgun, bereketli düşüncelerim varsa kendi başıma tadını çıkarırdım bunların. İnsanları gırtlaklayıp yutturmaya çalışmazdım onları. Bir sersem gibi davranırdım çoğu zaman. Evet efendim, sepet efendim. Bırakırdım çiğneyip geçsinler isterlerse. Ta yürekten bir şeyler olduğumu bildiğim sürece önemi yok. Emekliye ayrılırdım yaşamımın tam ortasında, beklemezdim yaşlanıp sakatlanmayı, içimi dışına çıkardıktan sonra Nobel armağanıyla teselli etmelerini... Biliyorum, sapıkça bir şey gibi geliyor bu. Biliyorum, düşüncelere bir biçim ve ses verilmeli. Ama ben bilmekten söz ediyorum, olmaktan söz ediyorum yapmak yerine. Hem canım, bir şey olmayı istersin o şey olmak için. Hiç durmadan oluşmanın bir tadı olmazdı o zaman, öyle değil mi? Neyse, diyelim kendi kendine şöyle diyorsun? boş ver sanatçı olmayı, sanatçı olduğumu biliyorum, yalnız olmakla yetineceğim. Peki sonra? Ne demektir sanatçı olmak? Kitaplar yazmak ya da resimler yapmak zorundasın mı demek? Bu sonraki iş, kabuk -sanatçı olduğunun kanıtları bunlar ancak... Henry, diyelim yazılmış kitapların en büyüğünü yazdın, tamamlar tamamlamaz da yok oldu müsveddeler? Diyelim hiç kimse bilmiyordu bu büyük kitabı yazdığını, en yakın dostun bile? O zaman benimle aynı düzeyde, kağıt üstüne tek şey geçirmemiş biri olmaz mıydın? O noktada birdenbire ölüverseydik ikimiz de, dünya hiçbir zaman bilemezdi ne senin ne de benim sanatçı olduğumuzu. Ben hayatın tadını çıkarmış olurdum, sen de bütün yaşamını harcamış olurdun.' ..."

Henry Miller, Seksus
(çeviren: Zehra Enger)